İSTANBUL'DA İKİ GÜN
İlk Gün:
Turumuzun ilk durağı Ayasofya Camii. Doğu Roma’nın en büyük mabedi olarak 537 yılında inşa edilen Ayasofya, hem dünya mimarlık tarihinde hem de İstanbul’un siyasi-kültürel gelişiminde belirleyici bir rol oynamıştır. Devasa ana kubbesi, döneminin mühendislik sınırlarını zorlayan yapısı ve yüzyıllar boyunca hem imparatorluk törenlerine hem de Osmanlı döneminde cami hayatına sahne oluşuyla gerçek bir medeniyet buluşma noktasıdır. Burada hem Bizans hem Osmanlı izlerini okuyarak, İstanbul’un çok katmanlı tarihine giriş yapıyoruz.
Buradan Topkapı Sarayına geçiyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra kurduğu ve dört asır boyunca imparatorluğun idari merkezi olan bu saray, Osmanlı devlet geleneğini anlamak için eşsiz bir kaynaktır. Divan toplantılarının yapıldığı salonlar, Enderun ocakları, Harem bölümü ve Kutsal Emanetler Dairesi üzerinden hem siyasi hem sosyal hayatın nasıl şekillendiğini tarihçi bir bakışla aktarıyoruz.
Ardından 17. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en zarif örneklerinden biri olan Sultanahmet Camiini ziyaret ediyoruz. İç mekânı süsleyen mavi İznik çinileri, camiye “Mavi Camii” adını kazandırırken, altı minaresi ile döneminin mimari iddiasını ortaya koyar. Sedefkâr Mehmed Ağa’nın ustalığıyla inşa edilen bu eser, Osmanlı’nın klasik dönem mimari anlayışının doruk noktalarından biridir.
Programımızın son bölümünde Yerebatan Sarnıcına iniyoruz. Bizans İmparatoru Justinianus tarafından 6. yüzyılda yaptırılan bu yeraltı su deposu, 336 sütunun taşıdığı devasa bir mühendislik harikasıdır. Medusa başlı sütun kaideleri ve sarnıcın loş atmosferi, hem antik dünyadan devşirme malzeme kullanımının somut bir örneği hem de İstanbul’un yeraltındaki tarihsel hafızasının canlı bir yansımasıdır. Burada Bizans şehircilik anlayışı, su mühendisliği ve mitolojik unsurların izini sürerek turumuzu tamamlıyoruz.
İkinci Gün:
Turumuzun ikinci gününde İstanbul’un Osmanlı modernleşmesi, kent kültürü ve Boğaz coğrafyasıyla şekillenen yeni yüzünü ele alıyoruz. İlk olarak Dolmabahçe Sarayını ziyaret ediyoruz. 19. yüzyılda Osmanlı’nın Batı etkisindeki mimari anlayışını yansıtan bu görkemli saray, barok, rokoko ve neoklasik üslupların bir arada kullanıldığı zarif bir yapıdır. Osmanlı’nın geleneksel Topkapı düzeninden çıkıp Batılı protokol anlayışına geçtiği dönemi okumak için Dolmabahçe önemli bir duraktır. Burada hem Tanzimat sürecinin ruhunu hem de devletin modernleşme arayışlarının mimariye nasıl yansıdığını detaylarıyla aktarıyoruz.
Ardından İstanbul’un sosyal ve kültürel tarihinin en canlı sahnelerinden biri olan Taksim ve İstiklal Caddesine geçiyoruz. 19. yüzyıl Beyoğlu’sunun Levanten mirası, diplomatik binalar, pasajlar, tiyatrolar ve mimari çeşitlilik üzerinden, şehrin Batılılaşma dönemindeki toplumsal değişimini ele alıyoruz. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan kent yaşamının ritmini burada adım adım takip ediyoruz.
Sonrasında rotamızı Boğaz Turuna çeviriyoruz. Asya ve Avrupa kıtalarını ayıran bu benzersiz su yolunda saraylar, yalılar, hisarlar ve kıyı köyleri eşliğinde İstanbul’un coğrafyasının tarih üzerindeki etkisini inceliyoruz. Boğaz’ın stratejik önemi, Osmanlı deniz hâkimiyeti, savunma yapıları ve kıyı yerleşimlerinin gelişimi hakkında tarihsel bir perspektif sunuyoruz.
Günün son bölümünde Eyüp Sultanı ziyaret ediyoruz. İstanbul’un fethinden sonra kutsal bir şehir kimliğinin inşasında önemli rol oynayan Eyüp Sultan, Osmanlı’nın manevi ve devlet geleneğinin birleştiği bir merkezdir. Türbe ve çevresini gezerken hem fetihten sonraki ilk yerleşim anlayışını hem de Osmanlı toplumunda kutsal mekân algısını işliyoruz. Ardından teleferikle Piyer Loti Tepesine çıkarak Haliç’in tarihsel gelişimi, sur dışı yerleşimlerin dönüşümü ve kentin doğal topoğrafyasının yaşam üzerindeki etkilerini panoramik bir anlatıyla ele alıyoruz.
Turumuzun ilk durağı Ayasofya Camii. Doğu Roma’nın en büyük mabedi olarak 537 yılında inşa edilen Ayasofya, hem dünya mimarlık tarihinde hem de İstanbul’un siyasi-kültürel gelişiminde belirleyici bir rol oynamıştır. Devasa ana kubbesi, döneminin mühendislik sınırlarını zorlayan yapısı ve yüzyıllar boyunca hem imparatorluk törenlerine hem de Osmanlı döneminde cami hayatına sahne oluşuyla gerçek bir medeniyet buluşma noktasıdır. Burada hem Bizans hem Osmanlı izlerini okuyarak, İstanbul’un çok katmanlı tarihine giriş yapıyoruz.
Buradan Topkapı Sarayına geçiyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra kurduğu ve dört asır boyunca imparatorluğun idari merkezi olan bu saray, Osmanlı devlet geleneğini anlamak için eşsiz bir kaynaktır. Divan toplantılarının yapıldığı salonlar, Enderun ocakları, Harem bölümü ve Kutsal Emanetler Dairesi üzerinden hem siyasi hem sosyal hayatın nasıl şekillendiğini tarihçi bir bakışla aktarıyoruz.
Ardından 17. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en zarif örneklerinden biri olan Sultanahmet Camiini ziyaret ediyoruz. İç mekânı süsleyen mavi İznik çinileri, camiye “Mavi Camii” adını kazandırırken, altı minaresi ile döneminin mimari iddiasını ortaya koyar. Sedefkâr Mehmed Ağa’nın ustalığıyla inşa edilen bu eser, Osmanlı’nın klasik dönem mimari anlayışının doruk noktalarından biridir.
Programımızın son bölümünde Yerebatan Sarnıcına iniyoruz. Bizans İmparatoru Justinianus tarafından 6. yüzyılda yaptırılan bu yeraltı su deposu, 336 sütunun taşıdığı devasa bir mühendislik harikasıdır. Medusa başlı sütun kaideleri ve sarnıcın loş atmosferi, hem antik dünyadan devşirme malzeme kullanımının somut bir örneği hem de İstanbul’un yeraltındaki tarihsel hafızasının canlı bir yansımasıdır. Burada Bizans şehircilik anlayışı, su mühendisliği ve mitolojik unsurların izini sürerek turumuzu tamamlıyoruz.
İkinci Gün:
Turumuzun ikinci gününde İstanbul’un Osmanlı modernleşmesi, kent kültürü ve Boğaz coğrafyasıyla şekillenen yeni yüzünü ele alıyoruz. İlk olarak Dolmabahçe Sarayını ziyaret ediyoruz. 19. yüzyılda Osmanlı’nın Batı etkisindeki mimari anlayışını yansıtan bu görkemli saray, barok, rokoko ve neoklasik üslupların bir arada kullanıldığı zarif bir yapıdır. Osmanlı’nın geleneksel Topkapı düzeninden çıkıp Batılı protokol anlayışına geçtiği dönemi okumak için Dolmabahçe önemli bir duraktır. Burada hem Tanzimat sürecinin ruhunu hem de devletin modernleşme arayışlarının mimariye nasıl yansıdığını detaylarıyla aktarıyoruz.
Ardından İstanbul’un sosyal ve kültürel tarihinin en canlı sahnelerinden biri olan Taksim ve İstiklal Caddesine geçiyoruz. 19. yüzyıl Beyoğlu’sunun Levanten mirası, diplomatik binalar, pasajlar, tiyatrolar ve mimari çeşitlilik üzerinden, şehrin Batılılaşma dönemindeki toplumsal değişimini ele alıyoruz. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan kent yaşamının ritmini burada adım adım takip ediyoruz.
Sonrasında rotamızı Boğaz Turuna çeviriyoruz. Asya ve Avrupa kıtalarını ayıran bu benzersiz su yolunda saraylar, yalılar, hisarlar ve kıyı köyleri eşliğinde İstanbul’un coğrafyasının tarih üzerindeki etkisini inceliyoruz. Boğaz’ın stratejik önemi, Osmanlı deniz hâkimiyeti, savunma yapıları ve kıyı yerleşimlerinin gelişimi hakkında tarihsel bir perspektif sunuyoruz.
Günün son bölümünde Eyüp Sultanı ziyaret ediyoruz. İstanbul’un fethinden sonra kutsal bir şehir kimliğinin inşasında önemli rol oynayan Eyüp Sultan, Osmanlı’nın manevi ve devlet geleneğinin birleştiği bir merkezdir. Türbe ve çevresini gezerken hem fetihten sonraki ilk yerleşim anlayışını hem de Osmanlı toplumunda kutsal mekân algısını işliyoruz. Ardından teleferikle Piyer Loti Tepesine çıkarak Haliç’in tarihsel gelişimi, sur dışı yerleşimlerin dönüşümü ve kentin doğal topoğrafyasının yaşam üzerindeki etkilerini panoramik bir anlatıyla ele alıyoruz.

